BURSALI MEŞHUR OKÇUMUZ ŞÜCA ! TOZKOPARAN İSKENDERİ ATIŞTA GEÇTİ Mİ?

BURSALI ŞÜCA ! MEŞHUR KEMANKEŞ(OKÇU)




               HARMANCIK'IN DÜNYACA ÜNLÜ OKÇUSU: BURSALI ŞÜCA
Yrd. Doç. Dr. Celil BOZKURT Düzce Üniversitesi (Uluslararası İlişkiler)
Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de askeri bir zorunluluk olarak
okçuluğa büyük önem verilmiştir. Ordudaki okçu birliklerinin eğitilmesi ve savaşa hazır
tutulması Osmanlı padişahlarının hassasiyetle üzerinde durduğu konulardan biri
olmuştur. Bu amaca yönelik olarak bazı şehirlerde "okmeydanı" adıyla bilinen talim
sahaları ve "okçular" adıyla bilinen hususi köyler kurulmuştur.
1326'da Bursa'nın Orhan Gazi tarafından fethi, Osmanlı tarihinde bir dönem
noktası olmuştur. 
              Bursa'yı başkent yapan Orhan Gazi, periyodik olarak devlet
kurumlarını oluşturmuş, bu arada ordu birliklerindeki okçuların eğitimi için
talimhaneler, sipahiler için koşu yerleri ve atıcıların menzil atışları için de Atıcılar alanı
oluşturmuştur. Ayrıca, bunların masraflarının karşılanması için vakfiyeler kurmuştur.
Osmanlı Arşivi'nin ilk uzmanlarından Kamil Kepeci, 1935'te Uludağ dergisinde
yayımlanan yazısında Bursa Şeriye Sicilleri'nden nakille şu bilgileri vermektedir:
"1325 senesinde Orhan Bey, Bursa'yı alır almaz ilk işi Bursa'da şimdiki Balıklı
Köyü ile Atıcılar Meydanı arasındaki sahayı "Yarış yeri-koşu yeri" olmak üzere ayırıp
vakfetmek olmuştu. Bursalılar bayramlarını burada yarışlar tertibi ile atlarla oyunlar
yaparak geçirirlerdi" (Atıf Kahraman, s.237)
               Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Zaferi'nin akabinde Bursa'ya getirdiği esirlere,
toprağa saplanan ok temrenlerinin kırılmaması için Atıcılar meydanındaki toprağı
kalburdan geçirtip inceltmiştir. "Tezkire-i Rımat" adlı yazarı bilinmeyen bir kitapta
Atıcılar Meydanı hakkında şunlar yazılıdır:
"Yıldırım Han Türbesi önüne düşer. Ok meydanı tabir olunur. İç açıcı ve bir
baştan bir başa düz ovadır. Ok meydanı yanında musalla vardır. Taştan minberi ve
mihrabı ve imam ve hatibi vardır. Evvel baharda... Cuma günleri gider Cuma namazı
kılarlar. Musallanın etrafında çınar ağaçları vardır. Ok meydanının toprağını Yıldırım
Han hazretleri kalburdan geçürüb ok temrenlerini kırılmaktan korumuştur. Okçuların
nişan taşları taraf taraf sünnet-i seniyye-i Muhammmediye'ye nişan olmuştur. Bursa
halkı bu alanın çevresinde durup yarışmaları izler ve eğlenirler. İlkbaharda Salı ve
Cuma günleri..."
                  Bursa'daki ok meydanı, Türk okçuluk tarihinde yer edinmiş çok sayıda okçu
yetiştirmiştir. Bunlardan biri de kırdığı rekorlarla efsane haline gelen dünyaca ünlü 
"Bursalı Şüca"dır. Çağdaş kaynaklar, Şüca'nın Bursa'nın Okçular Köyünde doğduğuna
dair genel bilgiler verse de bu köyün hangi Okçular köyü olduğu belirsizdir. Zira,
Bursa'da biri Harmancık diğeri Karacabey'e bağlı iki Okçular Köyü mevcuttur.
Maalesef bu belirsizlik hali, en başta Şüca'yı besleyip büyüten Harmancık'ın Okçular
Köyüne yapılan bir haksızlıktır. Bunun içindir ki Dağ Yöresi'nde çok az insan okçuluk
tarihinde bir olimpiyat şampiyonu çıkardıklarını bilmektedir.
Şüca Bir Dağlıydı  okyaykilic.com.tr

            Peki kimdir Bursa'lı Şüca?
           Bursalı Şüca, 1482 (Hicri, 887) tarihinde Bursa'nın Harmancık ilçesine bağlı
Okçular Köyünde dünyaya geldi. Şüca'nın asıl adı Abdi'dir. Baba adı Rüstem anne adı
Muhsine olan Şüca'nın ailesi Bosna'dan göçüp Bursa'ya yerleşmişti. Okçular, askeri
amaçlı kurulan bir köydü ve Osmanlı ordusuna okçu yetiştirmekteydi. Günümüzde, köy
sakinlerinin klasik Yörük tiplemesinden farklı olarak belirgin şekilde sarı saçlı ve renkli
gözlü olmaları köyün Boşnak karakterini ortaya koymaktadır. Şüca, uzun boylu, sarı
saçlı, kırmızı yanaklı, ablak yüzlü, çatık kaşlı ve gürbüz yapılı idi. Dağ Yöresi insanına
özgü acı bir kuvvete ve cesarete sahipti. Şüca, bir takyecinin yanında büyüdüğü için
kaynaklarda "takyeci kulu" diye de anılmıştır.

             Şüca, koyun ticaretiyle meşgul olan babasıyla birlikte sıklıkla Bursa'ya gelmiş ve
o zamanın ok meydanı olan Atıcılar Çayırı'ndaki kemankeşlerin çalışmalarını yakından
izlemişti. Nice zaman gemicilik yaptıktan ve güreşte nam saldıktan sonra kemankeşliğe
merak salan Şüca, Bursa'nın eski kemankeşlerinden Kasım Ağa'dan ilk derslerini almış
ve 900 geze (1 gez 66 cm) kadar ok atarak okçuluk camiasının dikkatlerini çekmişti.
Şüca, daha 26 yaşında iken dönemin en büyük ok meydanı olan İstanbul Ok
Meydanı'nda ünlü kemankeşlerin müsabakalarını izlemiş ve burada ok atmayı çok
arzulamıştı.
                Meydanın mütevelli yetkilileri Şüca'yı konuk sıfatıyla kabul etmiş ve ona devler
meydanında ok atma lütfu sağlamıştı. Şüca'nın ok atarken sergilediği duruşu, kabza
tutuşu ve oku bırakış tarzı dikkat çekmişti. Şüca'nın attığı üç okun da ayrı ayrı ve
birbirinden iyi menziller alması kendisinde var olan okçuluk yeteneğini ortaya
koymuştu.
               Padişah II. Bayazıt'ın Huzurunda Şüca'nın sıra dışı yeteneğinin farkına varan yetkililer, durumu dönemin padişahı II. Beyazıt Han'a iletmiş, padişah da Şüca'yı huzura kabul etmişti. Padişahın; "pehlivan, genç yaşta senden görgülü ve tecrübeli kemankeş pehlivanları nasıl geçtin?" sorusuna
Şüca; "Gelip geçmişlerin ve geleceklerin de Allahın izniyle analarını bellerim." deyince
Padişah hiddetlenerek; "Tez...bunun haddi bildirilsin...cellat" diye bağırmıştı. Bunun
üzerine Şüca, derhal huzurdan uzaklaştırılmış, dönemin şeyhülislamı ve ünlü
kemankeşleri padişahtan af dileyerek Şüca'nın canını bağışlatmıştı. Bu olay, Şüca'nın
hayat boyu unutamayacağı bir ders olmuştu.


                Bursalı Şüca, II. Bayazıt'ın Amasya'da vali bulunan oğlu Şehzade Ahmet'in
validesi Bülbül Hatun'a uzun yıllar Cebecibaşı olarak hizmet verdi. Bülbül Hatun'un
küçük oğlu Mahmut da Kastamonu'da vali idi. Bülbül Hatun bazen Kastamonu'da bazen
de Amasya'da kalırdı. Bu geliş gidişlerinden birinde Şüca, Amasya'daki Kıble
Menzili'ne baş taşı dikmiş olan Amasyalı Saraç Şüca'yı geçerek burada da baş taşın
sahibi olmuştu. Şehzade Selim'in, babası II. Bayazıt'ı tahttan indirip, kardeşi Şehzade
Ahmet'i de ortadan kaldırmasından sonra Şüca'nın bir şekilde İstanbul'a döndüğü tahmin
edilmektedir.
                  Ok meydanlarına fırtına gibi giren Şüca, genç yaştan itibaren Osmanlının ünlü
kemankeşleriyle yarışmaya başlamıştı. Meşhur okçu Havan Delen menzilini Bursa'lı
üstat ok yapıcı Cemşid'in okuyla geçen Şüca, nihayet Lodos Menzili'nde taş diktirmeyi
başarmıştı. Şüca; Lodos, Poyraz ve Yıldız menzillerinde ok atmıştı. Fakat, bunların en
çarpıcı olan 68 yaşındayken Lodos Menzili'nde 1271.5 gezlik (839 m) rekoruydu.
Ayrıca, Bursa ve Amasya'da da menzilleri vardı.
En Büyük Rakibi Tozkoparan İskender'di
               Bursa'lı Şüca'nın meydanlardaki en büyük rakibi daha sonraları "cihan
pehlivanı" unvanını alan meşhur okçu Tozkoparan İskender idi. Bahtiyarzade Hasan
Çelebi, "Ok Yay Risalesi" adlı kitabında Şüca'nın Yıldız Menzili'nde Tozkoparan'la
yaptığı mücadeleyi şöyle aktarmaktadır:
              "O gün Bursalı Şüca menzil atacaktı. Pehlivan Şüca ve ben Unkapanı'ndan bir
kayığa binerek Galata tarafına geçip önce bir meyhaneye uğradık. Şüca: "Geliniz burada
biraz keyiflenip sonra meydana çıkalım.." dedi. Benim İskender isimli bir halifem vardı.
O, Şüca'ya "Pehlivan lütfeyleyip vazgeç. Şimdi meydana gidiyoruz. Oraya ehli pak
gitmek doğru olur.." dedi. Şüca bu söze karşı koydu ise de, biz seninle gelmiyoruz 
diyerek meydana doğru yürümeye başlayınca, kararından vaz geçip yanımıza gelip
bizlere; "Bu gün şu yıldız menzilini atacağım" dedi. Bizler de "Pehlivan bunun gibi
büyük söz söyleme. Büyük söz etmek doğru olmaz.." deyince de
"Vallahi de billahi de bu gün o Yıldız Menzili'ni ben aşırı atacağım ve ondan
sonra da elime ok ve yay almayacağım.." dedi. Kendisine;
              "Bu sözü neye güvenerek söylersin? dediğimiz de:
"Bu gece bir düş gördüm. Elbette o Yıldız Menzili'ni ben atacağım.." karşılığını
verdi. Meydana vardık. Atış vakti gelip de yaylar kurulduk da Yıldız havası esiyordu.
O gün Şüca ve Tozkoparan İskender'den başka atıcı da yoktu.

               Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük iki atıcısı olan Bosnalı Şüca ile Arnavutluk
doğumlu İskender, şüphesiz ki o gün yapacakları atıştan sonra ne tür olaylarla
karşılaşacaklarından habersiz ama rekabetin verdiği heyecanla yürekleri doluydu. Tek
düşünceleri ve Tanrı'dan dilekleri de "Ya Hakk" nidasının vereceği güç ile oklarını
birbirinden daha ileriye atarak Havan Delen Solak Bali'nin menzilini bozmaktı.
Yayları kurulup ellerine verilince, ısınmak amacıyla birkaç ok atarak "kollarını
kızdırdıktan" sonra ayak yerine geldiler. Atışlara başlamadan önce orada bulunan bütün
eski atıcılarla birlikte "Üstatlar kavli üzere dua ve sena edildi ve ölmüş bütün atıcılar ile
Peygamberimiz Hazreti Muhammet'in ruh-u şeriflerine salat-ü selam gönderildi"
İlk atışı Tozkoparan yaptı. Oku Benli Karagöz'ün taşından aşırı ama Deve
Kemal'den geriye kondu. İskender'den sonra sıra Şüca'ya gelince o da bir ok attı ve
İskender'in okunu geçti ama menzili bozamadı.
                  
                  Atış sırası tekrar İskender'e gelince, onun da oku Şüca'nın birinci okunu geçti.
Şüca da ikinci atışta İskender'in ikinci okunu geçti ve yine menzil bozulmadı.
Üçüncü oku atma sırası İskender'e gelince, meydanı dolduran yüksek bir sesle
"Ya Hak" diya bağırarak atışını yaptı ve Şüca'yı geçti, ama o da Havan Delen Solak
Bali'nin taşından aşırı atamadı. Atma sırası Şüca'ya gelmişti. O gece gördüğü rüyanın
etkisiyle Tanrıya sığınıp ve başarılı olması için yalvarıp bütün gücü ve kuvvetiyle yayı
çekerek okunu attı. Havacıların tülbent bozmalarını beklemeden yayını öperek başına
götürüp yasdı. Bu hareketini gören yaycısı ünlü yay ustası Ceebecibaşı Usta İbrahim ve
diğer üstat atıcılar Şüca'ya;

"Pehlivan niçin yay yasdın, henüz üç ok attınız? dediklerinde Şüca;
"Üstatlar himmetinizle dileğim hasıl oldu, menzil bozdum" karşılığını verdi.
Öbür tarafta Havacılar, Şüca'nın attığı üçüncü okun Solak Bali'nin taşından aşırı
konduğunu görünce hava eyleyip tülbent bozdular. Menzilin bozulduğu bu şekilde
anlaşılınca Şüca'nın taraftarları sevinerek başarısından ötürü Şüca'yı kutladılar.

            Eski üstat atıcıların kabul ettikleri ve yüzyıllardan beri uygulana gelen kurallara
göre, bir menzilin baş taşından aşırı atılınca yani menzil bozulunca atanın taşını kısa bir
süre içinde dikmesi gerekir. Taş dikilinceye kadar da o menzilde atış yapılmaz. Eğer
taşını dikmez ve başka birisi de gelip daha ileri okunu düşürürse ve taş dikerse, önce
menzili bozmuş olan taş dikme hakkını kaybetmiş olur. Bu atışta da, ilk önce Şüca
menzil bozduğu için o günkü atışlara son verilmesi ve taşının dikilmesini beklemek
gerekirdi. 
              Ama Tozkoparan İskender, Şüca'nın menzil bozduğunu görünce hırçınlaşarak
oturduğu yerden hırsla kalkarak ok atmak isteyince Üstat İbrahim İskender'e;
"Neylersin pehlivan, menzil bozulduktan sonra artık onun üzerine ok atılması
üstatlar kavlince doğru değildir." dediyse de Tozkoparan söylenen sözleri dinlemeyip o da bir ok attı. Oku
Şüca'nın okundan bir boyu geriye kondu. Eğer daha önce Şüca'nın üçüncü oku menzil
bozmamış olsaydı, Tozkoparan'ın oku için taş dikilmesi gerekirdi. Ama ondan önce
Şüca, Havan Delen Solak Bali'nin taşından (7-12) adım aşırı atarak menzili bozduğu
için taş dikmek Şüca'nın hakkıydı.

               Tozkoparan, Şüca'nın Yıldız Menzilini ancak yıllar sonra kırabilmişti. Ne zaman
Yıldız Menzili konu edinse Tozkoparan İskender; "Şüca'ya bir yay boyu yakın attım ve onu geçebilmek için de tam on yıl çalıştım.." dermiş. Tozkoparan, Şüca'nın Lodos Menzili'ni kırmayı çok istemişti. Bu
uğurda yıllarca uğraş vermiş fakat başaramamıştı. Ölüm döşeğinde bile,"Ah! Şüca'nın
Lodos Menzili..." diye hayıflandığı rivayet edilir.
Menzilleri;
Şüca, on tutam iki parmak yay kullanırdı. İstanbul'daki Yıldız Menzili'ni yüz
yedi dirhem ağırlığındaki yaydan atmıştır. Bursa'lı Şüca'nın İstanbul Ok Meydanı'nda
kırdığı menziller ve mevzileri kaynaklara şöyle kaydedilmiştir:
Lodos Menzili 1271.5 (gez) 839 m.
Yıldız Menzili 1251.5 (gez) 825 m.
Poyraz Menzili 1243.5 (gez) 820 m.

Hayatı boyunca okçulukla iştigal eden Şüca, disiplinli ve azimli çalışmalarıyla
dikkat çekmişti. İstanbul Ok Meydanı'nda yaptığı atışlar, gözlemciler ve meraklılar
tarafından büyük merakla takip edilirdi. Şüca, sözünün eri, düzen bilmeyen, düşkünleri
koruyan, cesur ve sevilen bir kemankeşti. Bu yüzden arkadaşları ona 'yiğit ve cesur
anlamında "şüca" diye hitap ederlerdi. Bundan dolayı Türk ve Dünya okçuluk tarihinde
"Bursalı Şüca" lakabıyla ünlenmiştir.
Bursalı Şüca, 1555 ( Hicri 963) yılında İstanbul'da 75 yaşındayken vefat etti.
Hüseyin Bin Ahmet Erzurumi, Kemankeş adlı eserinde Şüca'nın mezarının Karacaahmet
Mezarlığı'nda olduğunu yazmışsa da yapılan araştırmalarda mezara rastlanmamıştır.
Bursa'lı Şüca, ölümünden sonra daima hatırlandı ve dünya okçuluk tarihinin
efsaneleri arasında gösterildi. Türkiye Okçuluk Federasyonu, yakın geçmişte Şüca adına
memleketi Bursa'da özel turnuvalar düzenledi. 1973 tarihli bir gazete haberinden 5.
Şüca Kupası'nın yapıldığı, üç gün süren bu turnuvaya çok sayıda erkek ve kadın
sporcunun katıldığı anlaşılmakta. Maalesef bu güzel gelenek günümüzde terk edilmiş
durumdadır. Şüca Kupası'nın yeniden ihya edilip memleketi Harmancık'ta geleneksel
turnuvaların düzenlenmesi, unutulmakta olan Şüca'ya karşı en makbul ve anlamlı bir
vefa borcu olacaktır.
KAYNAKLAR
1. Atıf Kahraman, Osmanlı Devleti'nde Spor, Kültür Bakanlığı, Ankara 1995.
2. Hasan Çelebi, Risale-i Bahtıyarzade.
3. Süleyman Kani İrtem, Türk Kemankeşleri, Ülkü Basımevi, İstanbul 1939.
https://www.okyaykilic.com/

okyaykilic.com.tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OKÇULUK NEDİR-ATA SPORUMUZ HAKKINDA FARKLI VEGÜZEL BİR BİLGİ

GELENEKSEL OKÇULUK'TA EN İYİSİ, GROZER MARKA YAYLAR'DIR